SEVMEK
Adem peygamber ilk yaratıldığında kaburga kemiğinden havva anamız yaratıldı. Onun bedeninin ruhunun bir parçasıydı. Ona aitti. Yaratılan her ruhun, kadınıyla erkeğiyle bir parçası var. Ait olduğu bir beden, ait olduğu bir göz, ait olduğu bir kalp var.
O kalbin, ruhun zerresini bile hissetmek bile insanın ruhunu taşırıyor, insanı yemeden içmeden kesilmesini sağlıyor.
Bunu yaşamayan bilebilir, kestirebilir mi hiç ?
Bambaşka tarifi yok.
Mevlana der ki Aşk; öyle bir alevdir ki, parlayınca, sevgiliden başka, ne varsa, her şeyi, yakar.
Tam olarak öyle.
Birisinin gözlerinin içine bakıp öyle dakikalarca kalakaldınız mı hiç?
Gözleriniz kenetlenip, ruhunuz birbirine değdiği zamanın dünyanın durduğu oldu mu ?
Gözlerin, bedenlerin kenetlendiği ve kelimelerle değil insanın içindeki yangının konuştuğu anlar.
Tarif bile etmesi başka.
Aşk nasip işi hesaplayarak, yüzbinlerce göze bakarak bile arayarak bulamazsınız. Nasip olursa kalbiniz dolar taşar.
Kalbiniz dolup taşarsada dünyada, kabirde, ahirette başka ihtimaliniz kalmaz.
ANNANEM
Annanem sağ rabbim uzun ömür versin.
28 yaşındaymış dedem öldüğünde. Dedem bir iş kazası geçirip otuzlu yaşlarının ortasında vefat ediyor ve ruhunu rahmanâ teslim ediyor. Annanem ise öylece kalakalıyor.
Bugün annanemin evinin önüne gitseniz dedemin ayakkabıları kapının önünde. O günden beri kıldığı beş vakit namazın peşine dua gönderir. Onu ziyaret ettiğimde dedemin kaşığı varmış o kaşığıyla bana yemek yedirir. Sırf ona benzediğim için beni ayrı sever, ayrı tutar.
Tüm torunlarından ayrı tutar.Onu anlattığında gözleri yaşarır.
İşte ruhu sevmek böyle bir şey. Ruhların karşılıklı tutulması böyle bir şey. Üzerinden kırk küsür yıl geçmesine rağmen varlığında yokluğunda ihtimalsizce ona değer vermek, hatırasına değer vermek, onsuz bir an düşünmemek böyle bir şey.
İşte annanem bunun örneği. Varlığına yokluğunda 40 yıldır onunla yemek yiyiyor, onun için kurban kesiyor, her gün dua gönderiyor.
Dedem ona kuranın üzerine el bastırıp söz verdirmiş her koşulda şartta yan yana kalacakalarına dair, oda sonsuza dek birlikte kalacaklarına dair söz vermiş.
Onun dünyada, kabirde, mahşerde eşi o olacak.
O yüzden dedeme kavuşacağı vuslat anını bekliyor. İnsan şimdi onu daha iyi anlıyor gerçekten sevmek ihtimalsiz bir şey. Varlığında yokluğunda ona kavuşmayı beklemekten başka çare yok.
MESAJINIZ VAR
You Have Got Mail (Mesajınız Var) benim favori filmlerimden birisi.
İlk izlediğim andan beri benim için özel. Newyork sonbaharı, müzikleri, meg ryan ve tom hanks'in uyumu.
Her repliğini ezberede bilsemde; normalde dublaj seçeneği ile filmleri izlemeyi sevmem ama bu filmi türkçe seslendirmesiyle izlerim.
Mesajınız var filmini anlattım çünkü,
Katleen Kelly hiç görmediği halde chat ortamında tanıştığı NY152'yi sevdi.
Ruhu onun için titredi.
Yanıbaşında zengin, deli gibi uyumlu olduğu, beraber hoş vakit geçirdiği multimilyoner Joe Fox olduğu halde NY152 rumuzlu hiç görmediği birinin peşinden gitti.
Ruhunu sevdiği, ruhunun titrediği ve sonsuza dek masallarının süreceği NY152'nin yanına gider.
Kaderin bir cilvesidir ki NY152 aslında Joe Fox'tur.
Buluşma yerine yani Riverside parkına gittiğinde karşıdan Joe Fox'un köpeği Brinkley ile geldiğini görür ve
Ağlamaya başlar Kathleen. Gözlerinden yaşlar süzülür, Joe Ağlama ağlama der ve mendiliyle gözlerinin yaşını siler.
Sen olmanı istemiştim der Kathleen, senin olmanı o kadar çok istedim ki der, her şey susar. Gözler birbirine kenetlenir, zaman durur
Ruhen, kalben, bedenen onlar birbirine kavuşur.
RUHEN SEVMEK ?
Ben bu dünyada bu duyguyu bir kere ve 38 yaşında tattım.
Onca yaşanmışlık, onca acı tecrübe ve bir sürü şeyden sonra ruhen kaburga kemiğimin parçasına tutuldum.
İhtimalsiz sevmek. öylesi yok, böylesi yok aması yok. Öncesi yok, sonrası yok. Laf ve söz ile olabilecek bir şey değil bu.
Onsuz nefes alamamak, sürekli onu düşünmek. Bambaşkaymış gerçekten bambaşka. Nedensiz sevmek, bir babanın evladını sevmesi için sebebi varmıdır sebepsiz sever, tıpkı bunun gibi bir sevgi ama bundan daha yoğun, daha delice
Zaman ahir zaman, ilişkiler, insanlar yüzeysel. Bu zorluklar geçmişte yaşadıkları insanda travmalara, endişelere neden oluyor.
Bu insanda korkulara sebebiyet veriyor, çünkü insan yaşadıklarıyla demlenen bir varlık. Yaşadığı her şey istese de istemesede onda iz bırakıyor. Fakat şunu yaşayınca iyi anlıyor ki insan gerçekten tutulunca, kalp dolup taşınca insan aklını yitirecek gibi oluyor, ihtimalsizce, amasızca sevmek işte böyle bir şey. Gözün, gönlün ruhun başka bir şey duymuyor işitmiyor
Şems'in dediği gibi
Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Dağı bile taşır, insan âşık olup inanınca.
Böyle bir dönemde, böyle yaşanmışlıklardan sonra rabbim ruhumu doldurdu taşırdı.
Ben dağı bile taşırım cümlesini kurabiliyorum ki gönlüm dolmuş taşmış. Bu dolup taşan kalbe başka ufacık bir iz sığabilir mi, başka zerre bir ihtimal girebilirmi. Asla.
O yüzden rabbime şükrediyorum kalbimi böyle doldurup taşırdığı için. Bu öylesine derin, öylesine kuvvetli bir his yoğunluğu ki kelimeler ile tarif edilmeyecek bir şey.
Etrafınıza bir bakın bir sürü çift var. her ilişkideki insan "Seni Çok Seviyorum" diyor, her insan başında ilişkinin başında saygılı, efendi, sevgi dolu fakat bir süre sonra bu iyiniyetler sabit kalıyor mu? Gerçekten gözlerinin içi parıldayan, birbirini anlayan yaşam enerjilerini karşılıklı her an arttıran kaç çift görüyorsunuz. Etrafınıza gerçekten iyi bakın. Veya çiftler neden ayrılıyor, neden değişiyor, farklılaşıyor. En başta herşey güzelken niye zamanla yoruyorlar birbirlerini, çünkü ikiside birbirinin parçası değiller. Birbirlerine ait değiller. İkiside belirli oranda uyumlu olabilir, ikiside iyi insanlar olabilir ama birbirlerinin parçası olmadıkça bir şey hep eksik kalır. Kalacaktır, gözlerinde eriyemediğin birisiyle sonsuza, mahşere kadar ait kalabilirmisin ? Asla. O yüzden her ne olursam olsun dünyada ahirette sonsuzlukta kabirde her ihtimalde kalbim bu ateşle, böyle dolup taşmaya devam edecek rabbime bin şükür olsun. İnsanın kalbi bir et parçasıdır, insanın tamamı bir et parçasından ibaret, peki ruhu, kalbi dolup taşıran bu yangın ne, nasıl bir şey. Bu bir mucize. Böyle hissedebilmek çok başka, çok derin. Çok özel.
İnsan yaşadıkça öğrenen bir varlık. Kalp böyle dolup taşınca insanın aklı duruyor, bambaşka. Rabbime binlerce şükür ki 38 yaşında bu duyguların var olabildiğini bana hissettirdi.
Hayat bana öğretti ki böyle hisseden iki kalp bir araya geldiğinde yan yana geldiğinde enerjileri, bakışları, sıcaklıkları bütün dünyayı sarar. Bütün korkuları, travmaları, eksikleri, hataları
örter. Birbirlerine merhem olurlar dünyaları cennet olur, en kötü anda sımsıkı sarılırlar, en zor anlarda hayatın en yıprattığı anlarda kendi ruhlarının önüne sevdalarını koyarlar.
Sevgi böyle güçlü bir şey işte. Sevmek.
Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa o, uçamayan kanatsız kuş gibidir der ya mevlana
kanatsız kuş gibi olmamak lazım. Bu dünyada kalp yandıysa, kalp kavrulduysa iki cihanda sonuna kadar, sonsuza kadar bu duyguları yaşamak lazım.
İşte böyle bir şey yanında yokken bile insan şiirler yazıyor, şiirler okuyor, Kadınım şarkısını bağıra çağıra söylüyor bambaşka bir delilik, bambaşka bir his. Kanatlanıyor insan, içi içini dolup taşırıyor. Özlüyor delice, bütün dünyadan kıymetli ve değerli bir his bu.
Ancak yaşayan bilir.
Böyle hissetmezse insan böyle delice şeyler yapabilirmi yapamaz o yüzden herkes ait olduğu insanda çiçek açar, en iyi versionunu gösterir. Bu kalbe düşen aşkta bir emanettir. Allah dünyada nasip etmiştir ve bu aşk, bu bağlılık çiftleri sımsıkı sarılarak dahada Allah'a yakınlaştırmalıdır. O ev her saniyesi, her salisesiyle tebessümlü,
sevgi dolu, Allahın rızasını kazanmak için yaşayan ve tek bir kalp kırıklığının olmadığı yer yüzündeki cennete dönüşecektir. Çünkü rabbimiz nasip olmayacak şeyi gönle işlemezmiş. Elhamdülillah.
Şems'in sözüyle bitirelim madem sözcüklerimizi
Ebedi mükâfat varsa ötelerde fani dertler bilmeyene mahsustur.
İnanan bilir ki özlemlerin sonu vuslat, hüzünlerin sonu tebessümdür.